19 Aralık 2011 Pazartesi

Ana Hatlarıyla Üç Paradigma

Sigmund Freud’ un çalışmaları üzerine kurulmuş olan psikanaliz kuramları ve yöntemleri bir psikoterapi tekniği olarak kurulmuştur.  Çalışma konusu diğer psikoloji ekollerinin oldukça ihmal ettiği normal dışı davranışlardı ve temel metodu kontrollü laboratuvar deneyleri değil klinik gözlemdir.  Ayrıca psikanaliz bilinçaltıyla uğraşmaktadır.
İç gözlem yoluyla bilinçaltını incelemek mümkün değildi o yüzden diğer ekoller bilinçaltı ile çalışmayı red etmiştir. Psikanalizin kurulmasında üç temel kaynak oldukça etkili olmuştur; Bunlar biblinçaltı psikolojik fenomenlerin doğası, psikopatolojideki ilk çalışmaları ve evrim teorisidir.
Psikanaliz zihinsel süreçlerin bilinçdışı unsurlarını araştırırken, bunların arasındaki bağlantıyı yakalamaya çalışır ve amaçlarından kuvvetli olanlarından biri transferansın bilinçdışı engellerinden serbest kalmasına yardım etmektir.
Psikanalizde zihnin bölümlerine bakılacak olursa; Freud’ un sonralarda geliştirdiği ‘ yapısal teorisi ‘ dir.  Yapısal teoriye göre id, ego ve superego zihnin bölümleridir.  İd ilkel arzuları saklayan haz odaklı ( cinsellik, saldırganlık, açlık, vs… ) Superego içselleştirilmiş norm, ahlak, toplumsal değerler , vb … tabuları kapsayan, ego ise bu iki bölümün arabulucusu ve kendilik duygusunu gerçekleştiren bölümdür.  Bu üç bölüm bir örnekte açıklanmak istendiğinde, id’ i direk haz en ilkel dürtüler, süperego toplumsal değerler, normlar, ahlak ve egoyu da bu iki bölüm arasında dengeyi kuran olarak tanımlayabiliriz. Id ve süperegonun sürekli bir güç savaşı halinde olduğunu düşünürsek egonun iyi bir dengeleyici olması önemlidir.  Bizim temel ruhsal enerjimiz olan libido id’in içinde yer alır. Gerilimin azaltılması yolu ile açığa vurulur. Bu bizim söz  konusu gerilimi daha katlanabilir yaşamamıza neden olur.
Psikanaliz metodun evriminin en önemli adımlarından biri serbest çağrışım ( free association ) tekniğidir.  Freud serbest çağırışım sırasında ortaya çıkan hiçbir şeyin gelişi güzel ya da rastlantısal olmadığını ve kişinin bilinçli seçimine tabii olmadığını vurgulamıştır. Kişilerin serbest çağırışım sırasında dışarı çıkardığı bilgiler, iç çatışmaların birer ipucudur. Serbest çağırışımla kişi, çocukluk yaşantılarına gider ve bilinçaltında çocukluk yaşantılarından gününe getirdiği, taşıdığı, eşleştirdiği olaylar ve bastırılmış dürtüler için bir ipucu verir. Kişinin etimolojisindeki cinsellik, saldırganlık vb.. dürtüler araştırılır. Klinik ortamda uygulanır.
İçgüdü kavramına bakacak olursak, içgüdüler kişilik dinamiğinin ileri doğru sürükleyen lokomatif faktörleri ve bireyin zihinsel enerji yayan biyolojik güçleridir. Freud’ un iç güdüleri, kalıtımsal yatkınlığa göre değil bedendeki uyarılımın kaynağı ile ilgilidir. Frued iç güdüleri yaşam ve ölüm içgüdüsü olarak iki sınıfa ayırmıştır. Yaşam iç güdüleri açlık, susuzluk, cinsellik gibi kendini korumaya ve türün devamını sağlamaya yönelik faaliyetleri kapsar. Bunlar libido yolu ile ortaya çıkan yaşama gücünü kapsayan enerjilerdir. Ölüm içgüdüsü yıkıcı bir güçtür. Mazoşizmde ve ya intiharda olduğu gibi içe yönelik ve ya saldırganlık ve nefrette olduğu gibi dışa yönelik olabilir.
 Freud ruhsal hayatın iki bölümden oluştuğunu bahsetmektedir. Bilinç ve bilinçaltıdır. Bir buzdağının görünen kısmına benzeyen bilinç küçük ve önemsizdir. Tüm kişiliğin görünen ama önemsiz kısmını gösterir.  Geniş ve güçlü bilinçaltı tüm insan davranışlarının altında dürtüsel olan içgüdüleri kapsar.  
Topografik kişilik kuramına bakacak olursak; bilinçdışının psikanalizin en temel kuramı olduğunu biliyoruz. Freud’ un en çok çalıştığı kuramlardan birtanesi topografik kuramdır.  Bilinçdışı ile dürtülerin farkındalık dışında geliştiği zihinin süreçleridir. Bilinç dışında meydana gelen bilinç düzeyine çıkarılmayan dürtüler zihnin bilinçdışı denilen yerinde meydana gelmektedir.  Kişinin bilinç düzeyinde var olan ve geçerli olan ahlaki kavramlara ters düşen isteklerden meydana gelen dürtülerdir. Bunlar ancak kişinin direnci kırıldığında bilinç boyutuna ulaşırlar. Bilinç öncesi : Bilince çıkması için dikkatin gerektiği olaylardır. Bilince çok yakın bir yerde bulunmakta olan zihinsel süreçlerdir. Bilinç; Bedenin içerisinden ya da dış dünyadan gelen algıları fark eden zihinsel süreçtir. Bedensel algılar, zihinsel süreçlerini içerir.
Freud üç çeşit anksiyete tanımlamıştır. Bunlar, nesnel anksiyete; gerçek dünyadaki gerçek tehlikelerin anksiyetesi, nörotik anksiyete; içgüdüsel dolgunluğun doğasında olan potansiyel anksiyete,  moral anksiyete;  vicdani ahlak korkusundan kaynaklanır. Anksiyete insan davranışında gerileme sebep olarak bireyi bu gerilim durumunu azaltmaya motive eden bir güçtür. Ego anksiyeteye karşı bir koruyucu bir savunm geliştirmektedir. Savunma mekanizması gerçekliğin bilinçaltına itilmesi kabullenilmemesi ve yalanlanmasıdır. Bunlar; inkar, yön değiştirme, yansıtma, mantığa bürüme, karşıt tepki geliştirme, gerileme, bastırma, yüceltmedir.
 Davranışçı ekolünün bakış açısından, psikoloji doğa bilimlerinin tamamen nesnel kollarından biridir. Teorik hedef davranışı tahmin ve kontrol etmektedir.  Yapısalcılığa ve işlevselciliğe karşı çıkmaları sonucu Amerikalı psikologlar tarafından kurulmuştur. İç gözlemin kullanılmasının bilime aykırı olduğunu söyler. Bilimin çalışma yönetmine uygun bir şekilde davranış ve duyguların araştırılması incelenmesi davranışçı ekolden Palov, Skinner ve Watson’ un araştırmaları ile başlamıştır.  Burada gözlenebilen davranışlar söz konusudur ve çalışan konu budur.  Davranışçılar öğrenmeyi uyarıcı ile davranış arasında bağ kurma isi olarak görmektedirler. Uyarıcı, organizmayı harekete geçiren iç ve dış olaylardır. Duyduğumuz bir ses, gördüğümüz bir ışık, resim, aldığımız tat bizim için birer uyarıcıdır. Bir uyarıcı karşısında organizmada meydana gelen fizyolojik ya da psikolojik değişme, davranım ya da tepki olarak adlandırılır.
Davranışçı ekol, içsel süreçlerle değil insan davranışlarını ele alması gerektiğini söylemektedir. Davranışların amacı diğer bilimler gibi psikoloji bilimine de gözlemlenebilir, ölçülebilir, objective olmayan ilkeler üzerine konumlanmayan araştırmalar ve çalışmalar yapmaktadır.  Uyumsuz davranışlar yanlış öğrenme ile kazanılmış tutumlar olarak tanımlandırılır ve bu uyumsuz davranışları ortadan kaldırırken aynı anda uyumlu davranışlar kazandırılmaya çalışır.
Davranışlar deney ve gözlem yöntemini kullanırlar. Davranışçı ekol organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve hayvanlarda aynı olduğunu fikrinde olduğundan hayvanlar üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır.
Terapide amaç hedeflerin belirlenmesidir.  Söz konusu hedeflere kişi  tarafından terapistten yardım alınılarak belirlenir. Davranış terapileri kişi tarafından yürütülen bir süreçtir ve ne kadar somut olursa o kadar iyi organize edilmiş olacaktır.  Terapi içerisinde kişi ve terapist iyi bir uyum içerisinde olmalıdır. Davranışçı terapinin bir parçası olan ev ödevleri teröpatik sürecin bir parçasıdır ve araştırma ya da gözlem amaçlı yapılan çalışmalar kişiyi zorlamayacak ya da kişinin katlanamayacağı seviyelerde olmayacak şekilde düzenlenmelidir.
Davranışçı Kuramın temel kavramlarına bakacak olursak;  
Klasik koşullanma;
Klasik koşullanma ile öğrenme ilk kez Rus bilim adamı Ivan Pavlov tarafından ortaya atılmıştır. Kişide herhangi bir tepki uyandırmayan bir uyaranın, kişide tepki uyandıran başka bir uyaranla eşleşmesi sonucu ortaya çıkan öğrenmedir. Pavlov , sindirim sistemiyle ilgili köpekler üzerine yaptığı araştırmasında klasik koşullanmanın en önemli çalışması yapılmıştır. Bu deneyde köpek için bir uyaran olan yemek, salya tepkisini ortaya koymasına neden olmaktadır. Zil ise köpek için herhangi bir tepki oluşturmamaktadır. Zil ve daha sonra etin verilmesi eşlendiğinde, köpek, zile koşullanmış ve et gelmeden de zil çalındığı an salya tepkisini vermesini sağlamış ve tepsi olmadığı bir uyaranda öğrenme meydana gelmiştir.
Karşıt koşullanma;
Klasik koşullanma ile koşullandırılarak bir tepkiye neden olan uyaranın farklı bir tepki verecek şekilde koşullandırılmasıdır. Madde bağımlılarında kullanılan bir yöntemdir.
Edimsel Koşullanma;
Skinner'e göre bir davranışın sonucu organizma için hoşa giden olumlu bir durum yaratıyorsa o davranışın tekrar ortaya çıkma olasılığı artar. Davranışın arkasından olumlu uyarıcı verilerek yapılan koşullamaya edimsel koşullama denir.
Bu tür koşullamada davranışı izleyen ve organizma üzerinde hoşa gidici bir etki yaratarak davranışın (edimin) ortaya çıkma olasılığını artıran uyarıcılara pekiştireç denir. Diğer bir deyişle pekiştirilen davranış öğrenilir. Bir davranışın arkasından gelen ve organizma için hoşa gitmeyen bir durum yaratan uyarıcılar ise cezadır. Ceza davranışı zayıflatır ya da belli bir süre için durdurur.
Pekiştireçler olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bir davranış organizmanın hoşuna gidecek bir uyarıcının doğrudan verilmesi ile pekiştiriliyorsa buna olumlu pekiştirme denir. Sınıfta bir soruyu doğru cevaplandıran öğrenciye yaşına göre aferin denmesi başının okşanması (+) puan verilmesi gülümsenerek onaylanması birer olumlu pekiştirmedir. Organizma hoş olmayan bir durumdan kurtarılarak da davranış pekiştirilebilir. Bu tür pekiştirmeye olumsuz pekiştirme denir.
Edimsel koşullanmanın klinik ortamdaki en tipik örneği fobilerdir.
Sürekli pekiştirme, belirli bir eylem için her keresinde ve düzenli bir periotla kişinin bir eylemi gerçekleştirdkten hemen sonra pekiştireç verilmesidir.
Alışma, korku duyulan bir uyarana sürekli bir biçimde maruz kalması sonucu verilen tepkide azalmasıdır.
Sönme, tepkinin tekrarlandığında pekiştirilmemesi ve bunun sonucunda azalmasıdır. Klasik koşullanmada kişinin öğrendiği davranışın, verilen uyaranın verilmemesiyse tepkinin ortadan kalkmasıdır.
Sistematik duyarsızlaşma, korku uyandıran uyaranların şiddetine göre düzenli bir periotla gevşemeyle eşlendirilmiş bir biçimde imgesel bir maruz bırakma uygulamasıdır.
Davranışçılık çıkış döneminden sonra bilişsel kuramın ortaya çıkmasıyla davranışçı kuram egemenliği son bulmuştur. Bilişsel kurama göre, kişileri rahatsız eden duygusal sıkıntılar, doğrudan olayların ve yaşantıların kendisinden değil bunların algılanma süreçlerinde atfedilen anlamlardan meydana gelmektedir. Bilişsel terapi; duygu, düşünce ve davranışların arasındaki bağlantıları belirlemeye çalışarak, kişnin tecrübelerini gerçeğe daha yakın anlamlandırmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bilişsel psikoloji davranışçıların insan aktivitelerinin uyarıcı ve tepki arasındaki bağın basit olmadığı, bir uyarıcıya verilen tepkinin tahmin edilebilirliğini azaltan mekanizmalar olduğu ve her insana özgü kompleks davranışların uyarıcı-tepki açıklamalarının karmaşık ve uydurma olduğu gibi ilgilerden ortaya çıkması gibi açıklamalarına tepki göstermiştir. Bilişsel psikoloji bu yüzden algısal ve bilişsel sistemlerdeki uyarıcılarla çalışan zihinsel süreçler üzerine odaklanmıştır. bilişselcilere göre ve uyarıcı ve tepki arasında iyi hatırlamayı etkileyen mekanizmalar kümeleme(yığın), zihinsel görüntüler ve hafıza gibi mekanizmalar vardır.
Bilişsel terapi başlıca depresyonun tedavisiyle ortaya çıkmış bir kuram iken, sonralarında panik bozukluk, sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu gibi anksiyete bozukluğunda dadaha sonralarında da kişilik bozuklukları, yeme bozuklukları, somatoform, psikotik bozukluklarda da yaygın olarak çalışmaya başlamıştır.
Şema kavramı bilişsel kuramın odak noktasıdır. Şemalar; • Hafızamızdaki organize olmuş yapılardır ve diğer şemalarla birleşerek bildiklerimizi oluşturur. • Doğrudan deneyimlerimizden daha genel ve daha soyutturlar. • Dinamik ve genel deneyimlerle ve eğitimle değişime açıktır. • Yeni bilgileri yorumlamada bir bağlam oluşturur.
Bilişsel terapi, kişide var olan olumsuz düşüncelerin ve inanç sistemlerinin tanımlamasında ve değiştirilmesinde yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda kişilere etkili olacak problem çözme teknikleri kazandırmayı amaçlamaktadır. Böylece kişi problemleriyle başa çıkma mekanizmalarını geliştirecektir. Bilişsel terapiler süre olarak kısa süreli terapilerdir.
Bilişsel terapide kişinin getirdiği problem eğer soyut ise somut hale getirilmelidir. Terapide temel amaçlar belirlenmelidir. Bunların daha alt kümeleriyle bölünmesiyle sorun spasifik olarak saptanmalıdır. Bu problemin nasıl çözüleceği konusunda çözüme yönelik yöntemler için uzlaşma sağlanmalı ve terapistin kişiye tüm bunları yaparken kendini ne kadar zorlayabileceğini ve ne kadar gayret göstereceğini ev ödevlerinin işlevsel olup olmayacağını sormak ve teyidini almak durumundadır.





1 yorum:

  1. çok güzel özet bir içerik olmuş emeğinize ellerinize sağlık :)

    YanıtlaSil