19 Aralık 2011 Pazartesi

İntihar Eğilimi ve Psikolojik Süreçleri

İnsanlık tarihi boyunca farklı toplumlarda, farklı sıklıklarla görülen intihar, salt ruh sağlığı uzmanlarını ilgilendiren bir sorun olmayıp ekonomik, kültürel, toplumsal yönleri de bulunan bir olgudur. İlkel toplumlarda da intihar eyleminin olduğu bilinmektedir. İntihar düşüncesi, eğilimi ve girişimi, yaşama dürtüsüne karşıdır. Bu nedenle ruhsal açıdan bir bozukluk belirtisi olarak kabul edilir. İntihar oranı bir toplumdan diğerine göre değişmektedir. İntihar oranının bazı toplumlarda oldukça düşük olmasına karşılık, bu olgu bazı kültürlerde benimsenmekle kalmamış, belirli koşullar ortaya çıktığında girişilmesi zorunlu bir davranış biçimi olarak kabul edilmiştir. ( Saliha DEMİREL ÖZSOY, Ertuğrul EŞEL, 2003 )
Emile Durkheim’e göre, “Ölüme götüreceğini bilerek, olayın kurbanı tarafından girişilen olumsuz eylemin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak meydana getirdiği her ölüme intihar denir.” Edwin Shneidman’a göre, “İntihar dayanılmaz acıları, ağır sorunları olan, şaşırmış, bozulmuş ve gücü azalmış benliğin çözüm arayıcı bir eylemidir.”
Intihar davranışları özellikle gençler arasında yaygın olarak görülmekte; ergenlerde ölüm nedeni olarak üçüncü sırada yer almaktadır. Ülkemiz açısından bakılacak olursa, Devlet
İstatistik Enstitüsü verilerine göre Türkiye'deki kaba intihar hızı 3.30/100.000'dur (D.I.E. İntihar İstatistikleri 2002). İntihar girişimleri ise kuşkusuz daha fazladır. Son dönemde yapılan kapsamlı bir çalışmada, 1998 ve 2001 yılları arasında intihar girişimi hızının ortalama 78.89/100.000 olduğu belirtilmekte ve bu yıllar arasında intihar hızlarında %93.59'luk bir artıştan söz edilmektedir. Parçalanmış aileden geliyor olmak hem intihar için risk etmeni olan major depresyon görülme sıklığını, hem de bir psikososyal stresör etmen olarak intihar riskini arttırmaktadır. Sosyoekonomik yetersizliklerin ve sorunların intihar için bir risk etmeni olabilir.
Birey içindeki saldırganlık içgüdülerinin etkisiyle ölümü aramaktadır. Bu tür intiharda daha çok mazohistik bir yan vardır ve intihar ölümle sonuçlanmaktadır.
İntihar Girişimi, hayatı tehdit edici olan ve bireyin kendisine yönelen her hareketi kapsayan bu tür intihar girişimleri ölüm ile sonuçlanmamaktadır. İntihar Fikri, Birey yaşamına son vermek için çeşitli girişimlerde bulunacağına dair ipuçları verir.
İntihar ve intihar girişimi üzerine yapılan birçok araştırma ve inceleme sonucu bazı ortak noktalara varılmıştır. Erkek olma, Bekâr olma, Beyaz ırktan olma, Boşanmış, dul, ayrılmış olma, İş kaybı, Ergenlik, Yaşın ilerlemesi, Şehirde yaşama, Dinsiz olma, Son altı ayda fiziksel sağlığın kötüleşmesi, Öyküde intihar girişiminin varlığı, Ailede intihar öyküsünün olması intihar girişime etki eden faktörlerdendir.
Depresyon, Alkol bağımlılığı, Şizofreni, Kişilik bozuklukları, Deliryum (bilinç sislenmesi), Demans etki eden bozukluklardandır. Irk, medeni durum, ailesel faktörler, eğitim ve ekonomik durum, cinsel dağılım, sosyal sınıf ve konumlar, seçilen yöntem, intihara etki eden faktörlerdir. Yapılan diğer araştırmalarda; Emir veren sesler duyma, Etkilenme sanrısı, Perseküsyon sanrısı, Negativistlik gibi semptomlar gözlemlenebilir.
Stengel’ e göre Kadın olmak, Evli olmak, Çok sayıda çocuk, Dinî bağlılık, Düşük sosyo-ekonomik sınıf, Savaşta olmak, İnsan yoğunluğunun az olduğu yerlerde yaşamak, Bahçe vb. kırsal alan meşguliyetleri olması intihar oranını azaltan etkilerdendir.
İntihar eyleminin amacı iki amaca yönelebilir. Demonstratif (gösteri, teşhir) amaca yönelik ve Gerçek ölüm arzusu ile intihara kalkışmak. Demonstratif İntihar Davranışı: Korkutmak, İlgi ve yardım sağlamak, Sevgi kazanmak, Mesaj vermek gibi amaçlarla gerçekleştirilebilir. Gerçek Ölüm Arzusu İle İntihara Kalkışmak, Psikiyatrik bozukluklarda bir sonuç, komplikasyon veya hastalığın bir belirtisi olarak meydana gelen intiharlar, Kısa devre reaksiyonu olarak intiharlar. Büyük bir felaket, Maddî ve manevî önemli bir kayıp, Okul başarısızlıkları, Ticari başarısızlıklar, Aşk intiharları, Utanç hissi gibi bir olay, Kollektif olarak intihar edenlerden oluşmaktadır.
İntihar davranışlarının gün geçtikçe artıyor olması, kuşkusuz, konuya olan ilgiyi arttırmış ve yıllardır pek çok araştırmanın yapılmasına neden olmuştur. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, öfke ve saldırganlık, dürtüsel davranışlar, problem çözme becerileri ve yaşamı sürdürme nedenleri gibi değişkenlerin sıklıkla ele alındığı dikkatleri çekmektedir.
Çocuk travmaları da intihara etki eden çok öenmli bir faktördür. Major depresyonluların birçoğu intihar girişiminde bulunmadığına göre, intihar davranışı impulsivite ve agresyon eğilimi (diyatezi) (ya kalıtsal, ya da çevresel faktörlerce oluşturulmuş) ile geçici duygudurum değişiklikleri veya stres yaratıcı olayların etkileşimi sonucunda ortaya çıkıyor olabilir. Bir başka deyişle, bir kısım depresyonlu hastanın intihara eğilimli oluşu, onlarda önceden var olan agresyon ve impulsiviteye biyolojik eğilimin (diyatez veya predispozisyon) sonucudur. Bu düşünceye göre erken çocukluk travmaları hem intihar diyatezine katkıda bulunur (intihara eğilimi artırır), hem de istismar hatıralarını canlandıran olaylar vasıtasıyla stresör olarak rol oynayabilir. ( Saliha DEMİREL ÖZSOY, Ertuğrul EŞEL, 2003 )
Hankins ve Hankins'in (1988) belirttiğine göre öfke, kişinin belirli bir saldırı, eleştiri ya da
engel karşısında yaşadığı, içsel ve evrensel bir duygudur. Ancak ifade edilişi öğrenmeye bağlı
olduğundan, kişiden kişiye değişmektedir. Ayrıca ifade edilişindeki farklılıklar nedeniyle,
kişiyi daha fazla saldırı ve eleştiriye açık bir hale getirebilmektedir. Araştırmacıların, "öfke özellikleri" arasında en çok vurguladıkları, öfke ifadesinin öğrenilen bir özellik oluşu ve olumsuz saldırganlık öğeleri taşıyan öfke ifade biçimlerinin yerine, yeni ve daha uygun ifade biçimlerinin öğrenilebileceğidir. Saldırganlık konusu ile ilgili olarak da, özellikle sosyal psikoloji çerçevesinde yapılmış pek çok araştırma mevcuttur ve bu konunun evrensel bir olgu olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Öte yandan öfke konusuna yönelik çalışmalara ise daha az yer verilmiş, saldırganlık ve şiddetin altında yatan önemli etkenlerden biri olduğunun anlaşılmasından sonra konuya verilen önem artmıştır. Günümüzde, öfkenin zararlı etkileri ve saldırganlık gibi sosyal ve klinik içerikli problemlerin anlaşılması ve önlenmesindeki rolü kabul edilmiş ve bu konudaki çalışmalara hız verilmiştir. ( BALKAYA 2002 )
Emile Durkheim’in yüz yılı aşkın bir süre önce yayınladığı klasik eserinde sosyal değişimin etkisi ve sosyal bütünleşme düzeylerine dayanarak, üç intihar tipi ayırt ettiği bilinmektedir: Egoistik (bencil) intiharlar toplumla bütünleşme eksikliğinden, altruistik (diğerkam, elcil) intiharlar toplumla aşırı bütünleşmenin getirdiği bir görev anlayışıyla toplumun kişiye yüklediği taleplerden kaçınamamaktan, anomik intiharlar da ahlaki istikrarsızlığa ve aşinası olduğumuz normların kaybına yol açan toplumsal değişimden kaynaklanmaktadır. İntiharın anlamı toplumdan topluma değişebilmektedir. İntiharın bazı yönleri tüm toplumlarda sorun olarak algılanırken, bu davranışın ne ölçüde kınandığı veya kabul edildiği kültürel inanç ve değerler tarafından belirlenmektedir. Sözgelimi Katoliklik ve İslam intiharı şiddetle kınamaktadır. Törensel intiharların tasvip edildiği Japonya’da intihar hızları hala yüksektir. Sosyal bütünleşmeyi daha yüksek oranda sağlayan dinlerin intiharı azaltması gerektiği yolundaki Durkheim’in düşüncesi, din ve intihar ilişkisini inceleyen başka çalışmalarca da desteklenmiştir. ( Saliha DEMİREL ÖZSOY, Ertuğrul EŞEL, 2003 )
İntihar olgusunun gerçekleşmesinde genellikle 3 etmenin rol oynadığı kabul edilir:  İntihar kavramına karşı toplumun grup olarak geliştirmiş olduğu tutum, Kişinin kendi dışından gelen zorlamalar. Bu etmenlerin bireyin karakteri ve kişiliğiyle etkileşimi. İnsanı kendi canına kıymayı düşündürecek kadar güçlü zorlamaları Coleman (1972) 3 grupta toplar.
Kişinin: İlişkilerinde ortaya çıkan bunalımlar, Yenilgiye uğrayarak kendi gözünde değersizleşmesi, Yaşamının anlamını ve umudunu yitirmesi. Özellikle sonuncu etmene intihar olaylarının çoğunda rastlanır. İnsanlar içinde bulundukları güç koşulların gün gelip sona ereceğini ve birçok şeyin düzeleceğini umut edebildikleri sürece yaşamlarını sürdürmek için çaba gösterirler.
Psikolojik açıdan bu alanda çığır açmış en önemli kuram, S. Freud’un psikanalitik kuramıdır. Bu kurama göre, intihar depresyonla ilgilidir ve depresyonun sonunda ortaya çıkan en ağır durumdur. S. Freud ve K. Abraham tarafından geliştirilen klasik psikanalitik teoriye göre, depresyonda hayalde ya da gerçekte bir sevgi nesnesinin kaybı söz konusudur ve buna bağlı olarak kişinin benliğinde bir yoksullaşma, boşluk ve terkedilmişlik duygularıyla birlikte, özdeğerde (self-esteem) belirgin azalma veya yok olma vardır.
Freud “Yas ve Melankoli” kitabında bu konuyu da ele almıştır. Yasta gerçek bir nesne kaybı olurken, depresyonda gerçekte ya da düşsel olarak kişide bir sevgi nesnesini kaybetme vardır. Deprese hastanın benliği kaybedilen nesne ile özdeşleşmiştir. Bu nesneye karşı aynı zamanda ambivalan duygular taşımaktadır. Freud, depresyonun ambivalan duygular taşınan bu nesnenin introjeksiyonu (içe alımı) sonucu olduğunu belirtmiştir. Deprese hasta, içindeki bu nesneye yoğunlaşan öfke, self değersizleşmesi ve depresyon belirtileri ile sonuçlanmaktadır. Freud bu yüzden, melankolinin üç ön şartı olarak nesne kaybı, ambivalans ve benlik içindeki öfkesi ve hayal kırıklığı gerçek nesneye yöneleceğine, kişinin kendine dönmektedir.
Ayrıca yapılan araştırmalarda, intihar girişimi bulunan hastaların kendini cezalandırıcı ve gizil tarzda bir saldırganlık sergiledikleri, suçluluk ve depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Dürtüsel davranışlar konusu, gençler ve yaşadıkları problemler söz konusu olduğunda sıklıkla karşımıza çıkan konulardan birisidir. Özellikle kişilik patolojisi olan bireylerde, duygulanımda düzensizlik ve yoğun öfkenin yanı sıra dürtüsel davranışların görüldüğü de belirtilerek; bu ve buna benzer kişilik özelliklerine, intihar riski olan ergenlerde sıklıkla rastlandığı bildirilmektedir. Dürtüsellik, yalnızca öfke ve saldırganlık davranışlarını değil, engellenmeye karşı toleransın düşük olması ve plan yapamama özelliklerini de yansıtmaktadır (Oquendo ve Mann 2000).
İNTİHAR RİSKİ TAŞIYAN KİŞİLERLE KLİNİK GÖRÜŞME
İntihar girişiminde bulunan kişiye yaklaşım çok önemlidir. Klinisyene başvuran bir hastayla intihar düşüncelerinin ve planlarının olup olmadığı kesinlikle konuşulmalıdır. İntihar davranışı en iyi, çok boyutlu bir olay olarak ele alınarak anlaşılabilir. Değinilmesi gereken önemli noktalardan biri de, gizli intiharlar veya kronik intiharlardır. Gizli intihar derken ölüm riski yüksek etkinliklere girişmek kastedilir: Alkol ve uyuşturucu maddeyi kendisine zarar verecek şekilde kullanmak, süratli ve tehlikeli araç kullanmak gibi. Bu davranışlarda gizli ölme veya öldürme arzusunun yattığı düşünülür. Kronik intihar, başka seçenek varken zorlu ve kötü bir yaşam biçimini seçmektir, bile bile bedenine zarar verici tavırlar içinde bulunmak gibi. İntihar eğiliminin önemli ölçüde biyokimyasal değişikliklere de ikincil olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, ciddi intihar eğilimleri gösteren kişilerin çoğunda psikoterapinin yeterli olmayacağı ve somatik tedavilerin uygulanması gereği birçok çalışmada vurgulanmıştır. İntiharı önleme tümüyle olası değilse de, belirli düzeyde azaltmak olasıdır. Son yıllarda ülkemizde de bu yönde girişimler yapılmış, krize müdahale ve intiharı önleme merkezleri açılmıştır. Ancak dünyada günde yaklaşık 1000 kişinin intihar ettiği düşünülürse, intiharın halen ne derece ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğu tahmin edilebilir.
İntihar girişimlerinin önemli bir bölümü kriz durumlarındaki aciliyet ve çaresizlik duyguları içinde yapılan, yardım çağrısı ya da zorlayıcı durumdan uzaklaşma isteği niteliğindeki girişimlerdir. Bir intihar girişimi ile karşılaşıldığında yapılması gereken ilk şey tıbbi müdahalenin sağlanmasıdır. İntihar girişiminde bulunan kişinin kriz terapisti tarafından tıbbi müdahalenin tamamlanmasından hemen sonra, o koşullarda görülmesi son derece yararlıdır. Çünkü bu dönem genellikle kişinin hiçbir zaman olmadığı kadar yardıma açık olduğu bir zaman dilimidir; bundan yararlanılmalıdır. İlk görüşmeden sonra en kısa sürede hasta için en uygun psikiyatrik yaklaşımın belirlenmesi gereklidir. İntihara eğilimli kişiler genellikle umutsuzluk, yardım- sizlik ve kontrolü kaybetmiş olma duyguları içindedirler. Problem çözmeye yönelik yaklaşımlar umutsuzluk ve yardımsızlık duygularının azaltılması yoluyla kontrol duygusunun yeniden kazanılmasına ve intihara eğilimin azalmasına yardımcı olur. İntihara eğilimli kişilerde sıklıkla uykusuzluk, anksiyete vb. belirtiler olmakta ve bu belirtiler kişinin sıkıntılarını artırdığı gibi, çözüm üretmeye konsantre olabilmesini de engellemektedir. Bu tür belirtilerin ve varsa depresyonun tedavisi için ilaç kullanımı da bu kişilerde son derece yararlı olmaktadır.
Bir çok intihar girişiminden önce bireylerin tıbbi yardım arayışı veya başka bir şekilde bunu ifade ettikleri bilinirse, sağlık çalışanlarının bu konudaki duyarlılıkları artabilir. Her intihar girişiminin ardından tekrarlama olasılığı mutlaka dikkate alınmalıdır. İntihar girişiminde bulunan bireylerin heterojen olması nedeniyle her hastanın özellikleri ve yaşam koşulları ayrı ayrı değerlendirilmelive her hastaya özel tedavi ve müdahale yöntemleri planlanmalıdır.
İntihar açısından risk grupları: Alkol, madde ve ilaç bağımlısı bireyler, Her tür depresyon olgusu, Yaşlılar ve yalnız yaşayan kişiler, İntihar fikirleri olan ve bunu ifade edenler, İntihar girişiminde bulunan kişiler. olan "Presuisidal sendrom" yardıma olabilir (Kast 1987). Bu sendromun belirtileri: - İçe kapanma - Engellenmiş ve kişinin kendine yönelmiş agresyon - İntihar fikirleri, intihar fantezileri. İşbirliği ve karar verme becerisinin azaldığı ve intihar tehlikesinin yüksek olduğu hastalarda medikal tedavi geçici olarak kullanabilir. Kişinin sahip olduğu yardım sistemlerini (yakınları, arkadaşları, komşuları v.s.) harekete geçirmesi yönünde desteklemek yararlıdır. Hastanın sorununun üstesinden gelmesine yardımcı olunur. Kendine güvenini kazanmasına ve karar verme becerisine yeniden ulaşması için desteklenir. Yapılan görüşmelerde kişinin başlangıçtaki durumu, şimdiki durumu ve somut olarak hedeflenen durumu ortaya konur. Krize müdahale en çok 10-12 görüşmeyle sınırlı olduğu için hastayı bitişe hazırlamak da önemlidir (Çaplan 1984). Çoğunlukla, krize müdahalenin sonîandınldıktan sonra, sorunun yeterince işlenmesi ve gerekli stabilizasyonun sağlanması için kısa süreli bir terapinin eklenmesinin gerekli olduğu bildirilmiştir (Çaplan 1984), Mevcut kişilik problemleri ciddiyse, hastayla uzun süreli terapi olanakları üzerinde konuşulur ve hastanın vereceği karara göre böyle bir terapi imkanı bulma yönünde hastaya yardım edilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder